Nilgün Aytekin // 30.09.2024
Paydaş kapitalizmi, işletmelerin sadece hissedarların kârını maksimize etmekle kalmayıp, aynı zamanda çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler, toplum ve çevre gibi tüm paydaşların çıkarlarını gözetmesi gerektiğini savunan bir iş modeli anlayışıdır. Bu kavram, Milton Friedman’ın hissedar kapitalizmine dayanan “şirketlerin tek amacı kâr etmektir” görüşüne bir tepki olarak doğmuş ve 1970’lerden bu yana iş dünyasında giderek daha fazla benimsenmiştir. Özellikle 2019 yılında, 181 CEO’nun bir araya geldiği Business Roundtable’ın yayımladığı manifesto ile bu anlayış küresel çapta ivme kazanmıştır. Bu manifestoda, işletmelerin uzun vadeli başarı için tüm paydaşlarına karşı sorumluluk taşımaları gerektiği vurgulanmıştır.
Paydaş kapitalizmi, sürdürülebilirlik kavramı ile doğrudan ilişkilidir. Şirketlerin çevresel ve toplumsal etkilerini göz önünde bulundurması, sadece ekonomik çıkarlar değil, aynı zamanda gezegenin korunması ve sosyal adalet gibi sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmayı da sağlar. Bu anlayış, şirketlerin sürdürülebilir iş modellerine geçiş yapmasını teşvik ederek iklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi ve toplumsal eşitsizlik gibi global sorunlara çözüm arayışına katkıda bulunur.
Günümüz iş dünyasında şirketlerin uzun vadeli başarısı, sadece kârlılık üzerine kurulu bir stratejiden çok daha fazlasını gerektiriyor. Paydaş odaklı bir yaklaşım benimseyen şirketler, hissedarların yanı sıra çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler, yerel toplum ve çevreyi de kapsayan geniş bir etki alanına sahip olduklarının farkında. Şirketlerin yalnızca kısa vadeli finansal hedeflere odaklanması, sosyal ve çevresel riskleri göz ardı etmelerine ve bu risklerin uzun vadede operasyonlarına zarar vermesine neden olabilir. Örneğin, iklim değişikliğine karşı yeterli önlem almayan bir şirket, doğal afetler, kaynak kıtlığı veya enerji maliyetlerindeki artış gibi dışsal faktörlerle karşılaştığında iş sürdürülebilirliğini tehlikeye atabilir. Paydaş odaklı bir yaklaşım ise hem şirketlerin itibarını güçlendirir hem de daha geniş bir destek ağı oluşturarak şirketlerin ekonomik, çevresel ve sosyal riskleri daha etkin yönetmelerini sağlar.
Sürdürülebilirlik çalışmalarında paydaşların rolü ise bu yaklaşımı daha da kritik hale getirir. Çalışanlar, daha sürdürülebilir iş süreçleri ve sosyal sorumluluk bilinci olan şirketlerde çalışmayı tercih ederken, tüketiciler de çevreye duyarlı ürün ve hizmetler talep ediyor. Yatırımcılar ise giderek artan bir şekilde çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterlerine dayanan projelere yatırım yapmayı önceliklendiriyor. Şirketler, bu paydaşların ihtiyaç ve beklentilerini dikkate aldıklarında sadece sürdürülebilirlik alanında değil, aynı zamanda marka sadakati, çalışan bağlılığı ve yatırımcı güveni gibi alanlarda da önemli kazanımlar elde ediyorlar. Bu sayede hem daha dirençli bir iş modeli geliştiriyorlar hem de toplumun genel refahına katkı sağlıyorlar.
Paydaş kapitalizmi, sürdürülebilir kalkınma için kritik bir iş modeli olarak öne çıkıyor çünkü küresel sorunlarla başa çıkmak ve daha adil bir ekonomik sistem yaratmak için şirketlerin, yalnızca hissedarlarının değil, tüm paydaşlarının çıkarlarını gözetmesi gerekiyor. İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve sosyal eşitsizlik gibi sorunlar sadece hükümetlerin çözeceği problemler değil; iş dünyasının bu sorunların çözümünde aktif bir rol üstlenmesi ve toplumsal fayda sağlaması şart. Paydaş kapitalizmi, şirketlerin ekonomik büyümeyi teşvik ederken aynı zamanda çevresel ve toplumsal sürdürülebilirlik hedeflerini göz önünde bulundurarak hareket etmesini sağlıyor. Bu model, şirketlerin uzun vadede daha dirençli ve kapsayıcı olmasını destekleyerek sadece finansal performansa değil, topluma ve gezegene de katkıda bulunmalarını mümkün kılıyor.
Ancak, bu anlayışın benimsenmesi yolunda çeşitli engeller ve eleştiriler de var. Birçok şirket paydaş kapitalizmini benimseme yönünde taahhütler verse de, uygulamada yeterli ilerleme kaydedilmemesi yaygın bir sorun. Kısa vadeli kâr baskısı, regülasyonların yetersizliği ve yeşil badana gibi uygulamalar, gerçek değişimin önünde önemli engeller oluşturuyor. Ayrıca, ESG karşıtı hareketler ve bu konuların siyasallaşması, bazı şirketlerin cesur adımlar atmaktan çekinmesine neden oluyor. Tüm bu zorluklara rağmen, paydaş kapitalizmi modelinin sürdürülebilir kalkınma için vazgeçilmez olduğu gerçeği değişmiyor. Gelecekte başarılı olmak isteyen şirketler, bu engellere rağmen cesur adımlar atmalı, daha güçlü sürdürülebilirlik stratejileri geliştirerek topluma, çevreye ve ekonomiye bütüncül katkılar sağlamalıdır.
Sonuç olarak, paydaş kapitalizmi ve sürdürülebilirlik birbirini tamamlayan iki kritik iş modeli olarak karşımıza çıkıyor. Şirketlerin yalnızca finansal hedeflerle sınırlı kalmayıp, toplumsal ve çevresel sorumluluklarını yerine getirmesi, uzun vadeli başarı için kaçınılmaz hale geliyor. Bu yaklaşım, şirketlerin hem kendi operasyonel sürdürülebilirliklerini sağlamalarına hem de toplum genelinde daha adil ve yaşanabilir bir dünya yaratmalarına olanak tanır. Elbette, kısa vadeli kâr hedefleri ve regülasyonlardaki eksiklikler gibi zorluklar bu dönüşümün hızını kesebilir. Ancak, cesur liderlerin bu engellere rağmen sorumluluk alarak, toplumsal fayda yaratan çözümler üretmesi, iş dünyasının gelecekteki başarısı ve gezegenimizin sağlığı için hayati önem taşıyor. Paydaş kapitalizmi ve sürdürülebilirlik temelli iş modelleri, sadece bugünün değil, yarının da kazananları olacaktır.
Kaynaklar:
Polman, P. & Winston, A. (2024). Paydaş Kapitalizmi ve Sürdürülebilirlik Üzerine. Harvard Business Review Türkiye.
Paine, L. (2024). Stakeholder Capitalism: Moving Beyond Short-term Profits. Harvard Business School Working Paper.
Business Roundtable. (2019). Statement on the Purpose of a Corporation.